Sosyal ağlardan ayrılamadığımız, onları kullanarak bağlı olduğumuz ya da kullanmayarak tepki gösterdiğimiz ama ne olursa olsun bir şekilde ilişkide bulunduğumuz bir çağdayız: Dijital Çağ. Bu çağın getirdikleri kadar götürdükleri de var ve nedense hep iyi yanlarından bahsediliyor. Bu yazımda dijital çağın kötü, komik, trajik taraflarını ve insanlık açısından hastalık seviyesine gelen alışkanlıkları anlatacağım.
En komik bulduğum ve en çok hoşuma gidenden başlamak istiyorum: “Photolurking”. Diğer sosyal ağlarda da olabilir ama Facebook üzerinden anlatmakta fayda var. Facebook’a girdiniz ve en yakın arkadaşınız başka biriyle(x kişisi) fotoğraf paylaşmış. Hemen tıklıyor ve bakıyorsunuz kimmiş diye. Profilinde kısa bir tur olarak başlayan macera, x kişisinin tanıdığı biriyle(y kişisi) devam ediyor. Derken x,y,z kişilerinin profil fotoğrafları arasında geze geze bir de bakıyorsunuz ki alakasız ve tamamen yabancı birinin paylaştığı fotoğrafları inceler olmuşsunuz. Size de bir yerden tanıdık geliyorsa çekinmeden söyleyin çünkü aşırı yaygın olan bu hastalık “photolurking” olarak literatürde yerini aldı bile.
“Ego sörfü” de yine çok sevdiğim hastalıklardan biri. Ben de sık sık yaparım üstelik. Düzenli aralıklarla internette kendini arayıp hakkınızda nerede ne varmış diye bakıyorsanız parmak kaldırın. Bu arada genelde bu hastalıkla birlikte anılmasa da Google Alert kullananıp kendi adına alarm kuranları da ego sörfünün ileri aşaması olarak bu kategoriye dahil edebiliriz.
Sürekli müzik arayan, indiren ve arşivleyen kişiler vardır etrafınızda. Hepsini dinlemezler bile ama garip bir hevesle aradıkları her şey her an bir tık uzakta olsun isterler, geniş müzik arşivleriyle övünürler ve sürekli yeni arayışlardadırlar. Onlara sessizce yaklaşıp “cheesepodding olmuşsun” demek çok da yanlış olmayacaktır.
“Siberhondrik” de yine aynı şekilde yakın çevremizde ve belki kendimizde gördüğümüz, ne olduğunu kestiremediğimiz, isim veremediğimiz bir hastalık. Şimdi muhtemelen bu yazıyı okurken kendi kendinize “aa bende de bu var” dediniz ya işte o siberhondrik olduğunuzun kesin kanıtı. Bu hastalığa sahip kimseler herhangi bir hastalık belirtisi olduğunda, kötü hissettiklerinde ya da ufak belirtileri olan bir şey için doktora gitmek yerine Google’a giden, kendine teşhis koyan ve tedavi arayışına girenler olarak ifade edilebilir. Yani sizin de fark edeceğiniz üzere cyberchondria da en az hastalık hastalığı kadar yaygın ve gerçektir.
Yukarıdakiler kadar uzun anlatmayacağım ama üzerinde çok konuşulup çok hikayeler anlatılabilecek diğer hastalıklardan da kısa kısa bahsetmek istiyorum.
Crackberry: Size Blackberry telefonların hüküm sürdüğü günleri hatırlattıysa yaklaştınız demektir. Sürekli Blackberryleri ellerinde ve olur olmaz her an, olduk olmadık her yerde maillerini kontrol eden kimseler bu hastalığın muzdaripleri.
Wikipedializm: Bizim ülkemizde zaten herkes bayılır bilgi üretmeye, tavsiyeler vermeye, yönlendirmeye. Wikipedia da internet ansiklopedisi olmasının dışında özellikle bizim gibi toplumlarda bu duyguları tatmin etmeye bu hastalıkla katkı sağlıyor. Wikipedialistler siteye yazı yazmaya, notlar düşmeye bayılan ve kendini sürekli o bilgiden bu bilgiye Wikipedia’nın her köşesinde gezinen kişiler.
Google Stalking: Herkesi Google’da arayan, haklarında çeşitli bilgileri bulup gün yüzüne çıkardıkça rahatlayan kişiler. Stalkerlar bayılırlar yeni gelin, patron, eski sevgili, müstakbel iş arkadaşı kişiler hakkında detaylar bulmaya.
Blog İfşacılığı: Herkesin bilmesi gereken, öğrenilmesi için yayınlanması için şart olan bilgileri (en azından kendileri öyle gördükleri için) sürekli online ortamlarda yayınlama hastalığı. Kendine ve yakın çevresine dair birçok detayı her ayrıntısının altını çize çize kişisel bloglarında paylaşan kimseler de ileri boyut blog ifşacısı olarak görülebilir.
YouTube Narsizmi: Blog ifşacılığının videolu olanı gibi düşünün. Sürekli kendi videolarını çekip internete koyan, YouTube kanalı benzer çekimlerle dolu olanlar YouTube narsisti arkadaşlarımız.